Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) Genel Bakış

GDO nedir?
Genetiği değiştirilmiş organizma (GDO), genetik mühendisliği veya transgenik teknoloji kullanılarak laboratuvarda genetik yapısı değiştirilmiş bir organizmadır. Bu, doğada veya geleneksel yetiştirme yöntemlerinde bulunmayan bitki, hayvan, bakteri ve virüs genlerinin kombinasyonlarını oluşturur.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar

GDO’lar her gün yediğimiz gıdaların çoğunu etkiliyor. Bu teknolojiye genellikle “modern biyoteknoloji” veya “genetik mühendisliği”, bazen de “rekombinant DNA teknolojisi” veya “genetik mühendisliği” adı verilir. Bu, belirli bireysel genlerin bir organizmadan diğerine, hatta ilgisiz türler arasında bile aktarılmasına olanak tanır. GDO’lar tüketiciler ve popüler medya arasında genetik mühendisliği yoluyla üretilen gıdaları tanımlamak için kullanılan yaygın bir terim haline geldi.

Genetiği değiştirilmiş organizma nedir?
Genetik materyali doğal olmayan bir şekilde değiştirilen organizmalar genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO), GDO içeren veya GDO kullanılarak üretilen türev ürünler ise genetiği değiştirilmiş gıda ve yem olarak tanımlanmaktadır. Bu gıda ve yem ürünlerinin üretiminde hedeflenen değişiklikleri gerçekleştirmek için insan sağlığına olumsuz etkisi olmadığı düşünülen spesifik mikroorganizmalar seçilerek bu mikroorganizmaların genleri aktarılmaktadır.

Genetiği değiştirilmiş organizmaların tarihi
Genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) tarihi aslında 1970’li yılların başında modern biyoteknolojinin başlangıcına kadar uzanmaktadır. Modern biyoteknolojinin popüler olduğu o yıllarda; Hayvanlarda olduğu gibi geleneksel yetiştirme yöntemleri de canlıların genetik yapılarını dikkate almadığında, doğal üreme ve yayılma mekanizmalarının, zararlılarla mücadelenin ve hayvan beslemenin özellikle tarla ve tarım alanlarında geliştirilmesinin önü açılıyor. dış mekan düzleştirilmiş bahçe bitkileri. GDO’larla ilgili ilk ciddi araştırmalar 1980’li yılların başında Agrobacterium tumafaciens bakterisinden gen aktarımı yapılarak gerçekleştirilmiş ve 1983-1989 yılları arasında bu bakteriden elde edilen genlerle başta geç domates olmak üzere pek çok ürün geliştirilmiştir. Genetiği değiştirilmiş tahıl ürünlerinin ilk ticari piyasaya çıkışı, 1996 yılında Monsante’nin Kanada’da ilk onaylanmış genetiği değiştirilmiş tahıl olan Round-Up Ready® (RUR) soya fasulyesini üretmesiyle gerçekleşti.
O tarihten bu yana sürekli olarak yeni ürünler ve varyasyonlar ticari pazara sunulmakta ve birçok ülkede satılmaktadır. GDO’lu gıdalar Türkiye’ye ilk kez 2011 yılında Dow AgroSciences LLC ve DuPont (Pioneer Hi-Bred International Inc.) tarafından geliştirilen mısır (Zea mays L.) ithalatı ile girmiştir. Şu anda Türkiye’de 26 çeşit GDO’lu mısır ve 10 çeşit soya fasulyesi (Glycine max L.) ticari olarak satılıyor.

ISAAA’nın sunduğu ilk rapora göre 1985-1995 yılları arasında dünyanın birçok ülkesinde özellikle tahıl, meyve ve sebze gibi temel gıdalarda transgenetik araştırmalar yapıldı. İlk denemeler 1986 yılında ABD ve Fransa’da tütünle başladı ve 1995 yılı sonuna kadar sekiz tarım ürünüyle çok sayıda deneme yapıldı.

Transgenik çalışma yapılan ilk sekiz tarım ürününün kotaları şöyle: mısır (%33), kanola (%21), patates (%11), domates (%11), soya fasulyesi (%9), pamuk. (%7), tütün (%5) ve kavun ve kabak (%3) Temmuz 1996’daki saha denemelerinden sonra altı ülkede yasaklandı.

Avrupa Birliği (AB), ülkede yem ve gıda olarak kullanılmak üzere ekimi ve/veya ithalatı için toplam 35 çeşit sekiz GD tarım ürününü onayladı.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların Faydaları
Verimliliği arttırmak
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan nüfus patlaması, günümüze kadar devam eden büyük gıda stoklarının oluşmasına neden oldu. Ayrıca insan yaşamındaki sosyal aktiviteler ve günlük zevkler de çok çeşitli gıda ürünlerine talep yaratmıştır. Ancak dünyadaki birçok ülkenin bu kaynakları karşılayamayacağı düşünüldüğünden, II. Dünya Savaşı’ndan sonra transgenlerle ilgili araştırmalar hızlandırılmış ve tarımsal verimliliğin artırılması hedeflenmiştir. Sadece tarım ürünleri değil, hayvancılık ürünleri de dikkate alındı.

Gen transfer teknolojisinin kullanılmasıyla, canlı hayvanların besin değerinin ve hayvansal kaynaklı hammaddelerin verimliliğinin arttırılması amacıyla gen transfer işlemlerinden geçmiş hayvan yemleri de araştırmalara dahil edilmiştir. Bu araştırmanın temel amacı, ürünleri olumsuz hava koşullarına daha dayanıklı hale getirmek, düşük verimli topraklarda veya topraksız olarak yetiştirilebilecek ürünler üretmek ve aynı zamanda çiftçilerin hasat dönemindeki kayıplarını azaltarak ülke ekonomisine katkıda bulunmaktır. . Halen yetiştirilen genetiği değiştirilmiş ürünlerin ekimi yapılan alanlar ülke özellikleri dikkate alınarak incelendiğinde;

Avrupa’daki GDO’lar
Bu büyüyen alanların %99’unun Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Brezilya, Kanada, Hindistan, Çin, Paraguay ve Güney Afrika’da olduğu ortaya çıktı. Çok geniş olmasa da; Uruguay, Filipinler, Avustralya, İspanya, Meksika, Kolombiya, Şili, Fransa, Honduras, Çek Cumhuriyeti, Portekiz, Almanya, Slovakya, Romanya ve Polonya gibi ülkelerde de birçok transgenik bitkinin yetiştirildiği alanlar bulunmaktadır.

Türkiye’deki GDO’lar
Türkiye’de transgenik bitkilerin ticari amaçla üretilmesi kanunen yasaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin durumunu transgenik ürünler geliştiren bir ülke olarak değil, geliştirilmiş transgenik çeşitleri edinme ve kullanma potansiyeline sahip bir ülke olarak görmek gerekir.

Dayanıklılığa etkisi
Transgenetik araştırma kapsamında ürünlerin yalnızca etkinliği değil aynı zamanda raf ömrü üzerine de araştırmalar yapıldı. Raf ömrünü etkileyerek gıda sanayi ve gıda alt sektörlerinin birçok sektöründe üretim maliyetlerinin düşürülmesi, çiftçi ve tarım işçilerinin yıllık kayıplarının azaltılması, yetiştirilen ürünlerin olgunlaşma süresinin kısaltılması, daha fazla ürün üretiminin hızlandırılması, ve daha fazlası. Bu araştırmaların bir kısmı hücre duvarını ve RNA’yı manipüle ederek genetik çeşitlilik yaratmayı amaçlıyor.

Özellikle meyve ve sebze gibi gıdaların normal şartlarda ve/veya buzdolabında raf ömrünün uzatılması temel prensiptir. Bazı çalışmalar hücre duvarının pektin tabakasına etki eden enzimlerin işlevlerinin azaltılmasına yöneliktir. Bunun bir örneği Calgene’nin araştırmaları sonucunda ürettiği Flavre-Savre domatesleridir. Terapötik kullanımlar
Bu teknolojinin özellikle gıda ürünlerinde kullanılmasıyla bazı hastalık ve sendromların önlenmesine yönelik araştırmalar yapılmıştır. Bunun bir örneği, laktoz intoleransı olan hastalar için laktoz içermeyen süt ürünlerinin üretiminde kullanılmasıdır. Üstelik çölyak hastalığı sebze, meyve, et ve et ürünleri vb. hastalıkların bir hastalığıdır. Bu transgenik çalışmalar, bu grupların normal bireyler üzerindeki alerjik etkileri açısından da umut vericidir. Ayrıca antihipertansif ovokin içeren soya ürünleri üzerinde de araştırmalar yürütülmektedir. Diğer yandan geç yemek yemek ile alakalı diğer yazımızda bahsettiğimiz gibi tüketilen yiyecekler zaralıdır.

Ancak aşı geliştirilmesine yönelik deneysel araştırmalar halen devam ediyor ve insülin direncine ilişkin bazı deneyler de yapılıyor. 2009 yılında kuduz, kolera, hepatit C vb. hastalıklarla ilgili yapılan araştırmalar, aşıların taşınması kolay ve ısıya dayanıklı hale getirilmesiyle uzak ülkelere ulaşmasını kolaylaştırdı. Aslında rotavirüs proteinleri patateslere, kuduz virüsü proteinleri ise transgenik domateslere başarıyla aktarıldı.

Gıda takviyesi
Ticari faaliyetler sonrasında oluşan besin kayıplarını azaltmak amacıyla; Protein kaybını azaltmak, vitamin, mineral ve iz element kaybını azaltmak, karotenoid, flavonoid ve likopen gibi antioksidan madde kaybını önlemek için araştırmalar yapılıyor. Hatta bazı az gelişmiş ülkelerde, okul öncesi çocuklarda beslenme kaynaklı görme sorunlarını azaltmak için A vitamini ve provitamin A ile zenginleştirilmiş gıdalar kullanılmaktadır. Bazı durumlarda gıda endüstrisi, insan sağlığı üzerinde olumlu etkisi olabilecek fonksiyonel gıdaların geliştirilmesi gibi birden fazla görevi kapsayabilir.

Biyoçeşitlilik üzerindeki etki
Sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışı sonucu artan tüketimle birlikte bitki türleri başta olmak üzere dünyadaki pek çok canlı türü azalmaya ve/veya yok olmaya başlıyor. Bu nedenlerden dolayı insanlık, bitki biyolojik çeşitliliğini korumak için klasik yöntemler kullanarak bitki embriyolarını ve yumurtalarını (tohumlarını) korumaya odaklanmıştır. Ne yazık ki bu klasik yöntemler inatçı tohumları (meşe, çınar vb.), vejetatif olarak üreyen tohumları vb. kurtarmakta başarısız oldu.

Buradan biyoteknolojik araştırmalar başladı ve DNA ve/veya polen muhafazası, ekim yoluyla muhafaza, aşırı soğuk şartlarda muhafaza, toplama aralıkları, numune değişim süreleri vb. yöntemler geliştirildi. Bu çalışmalar desteklendi ve popülasyonu azalan bitkiler koruma altına alındı.

Genetiği değiştirilmiş organizmaların dezavantajları
Sağlık sorunları
Buraya kadar GDO’ların faydalarından detaylı olarak bahsettik, şimdi herkesin beklediği şey geliyor. Sağlık konusu hakkında. GDO’ların vücutta mutasyona neden olmadığı konusunda sizi hemen uyaracağım, bu yüzden kimse kendini obur ve kıllı sanmasın. GDO’lu besinleri tüketmeseniz bile vücudunuzda zaten saniyede milyonlarca kez mikro düzeyde mutasyonlar meydana gelmektedir.

Alerjik reaksiyon
Tekrarlayan alerjik hastalıklar veya reaksiyonlar kişiye ve tüketilen besine bağlı olarak farklı şekil ve varyasyonlarda ortaya çıkabilmektedir. Bu bağlamda önemli bir faktör, kişinin metabolizmasının alerjik reaksiyonlara yatkınlık derecesidir. Örneğin Brezilya’da fındık tüketen bazı kişilerde fındığa aktarılan soya fasulyesi genine bağlı alerjik reaksiyonların ortaya çıkması üzerine soya fasulyesi geninin üretimi durduruldu. Genetiği değiştirilmiş organizmaların sağlık sektöründe kullanıldığı bilindiğinden bu çalışmaların bir kısmı alerjenik gıdalardan antialerjenik materyallerin gıdalara aktarılması yoluyla hipoalerjen oluşturma çalışmalarıdır. Ancak bu çalışmalardan sonra elde edilen sonuçlar çok daha güçlü alerjen etki gösterdiğini ortaya koydu.

Antibiyotik direnci
Genetiği değiştirilmiş gıdaların geliştirilmesi, mahsul direncine yönelik araştırmalar vb. Hayvanlara ve parazitlere karşı direnç oluştururken, insan bağırsağında bulunan bakterileri değiştirerek vücudun antibiyotik gibi güçlü ilaçlara karşı dirençli hale gelmesine neden olurlar. Bu nedenle bazı hastalıklara yönelik ilaçlar maalesef işlevselliğini yitirmiştir.

Kanser üzerindeki etkisi
Özellikle meyve ve sebzelerde transgenik araştırmaların başlamasıyla birlikte orta ve az gelişmiş ülkelerde özellikle kadınlarda meme kanseri görülme sıklığının artmaya başladığı gözlendi. TR Maltepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü tarafından yapılan araştırmada meme kanseri tanısı alan kadınların yüzde 55,2’sinin meyve ve sebzeye dayalı bir diyet uyguladığı belirlendi. Ayrıca bu konuyla ilgili sempozyumlara katılan bilim insanları, genetiği değiştirilmiş gıdaların ve gıda maddelerinin vücutta mutasyonlara neden olabileceğini kaydetti.

Hormonal etkiler
Genetiği değiştirilmiş ürünlerle yapılan hayvan çalışmalarında, fareler üzerinde yapılan deneylerde özellikle 4. nesilden sonra üreme hormonlarında azalma gözlenmiş, yeni doğan bireyler seleflerine göre daha zayıf ve daha küçüktür. Ayrıca genetiği değiştirilmiş patatesle beslenen farelerin ince bağırsak hücrelerinde de mutasyonlar tespit edildi.

Çevresel etki
Tarım ve hayvancılığı geliştirmeye yönelik deneylerde pestisit ve böcek ilacı gibi tarım ilaçları yerine genetiği değiştirilmiş gıdaların kullanılması, bitkilere zararlı olmasına rağmen canlı türlerinin yok olmasına yol açabilmektedir. Ne yazık ki doğanın işleyişini ve ekolojik düzeni koruyan bu canlılar, genetiği değiştirilmiş gıdalar karşısında daha büyük risk altındadır. Ayrıca sadece zararlı türlerinde değil, genetiği değiştirilmiş ürünlerle temas eden diğer canlılarda da mutasyonlar meydana gelerek hayvanların sağlığını tehlikeye atabilmektedir.

Sosyo-ekonomik sonuçlar
Ne yazık ki hasat verimliliğini artırmaya yönelik araştırmalara göre, küçük ve orta ölçekli ekonomilerde bu ürünlerin kullanılmasıyla verimlilik artmış olsa da tarımsal istihdam her geçen gün düşme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu durum sadece ülkenin üretken gücünü değil, işsizlik oranını, iç ve dış göçü de artıran bir faktör haline gelebiliyor.

Bu yazı Wikipedia adresinden derlenmiştir.

Yorum yapın